Tam istediğim, hayal ettiğim şeyler
oluyordu; Can'ın tenten perçemi rüzgarın son baharıyla havalanıyor, deniz
kokusu emrivakiyle burnuna doluyor, tüm duyuları 'yeni bir şeyler' diye
adlandırdığı ipuçlarını topluyordu.. Derken bir amca uzaktan hararetle kendi
başını tutarak: 'Üşür, üşür, şapka tak!' diye bağırdı. Gülümsedim. Derken bir
teyze oturduğu banktan: 'Önünü ört, hasta olacak!' dedi. 'Olmaz!' dedim. Sonra
bir başkasıyla 'Denizden doğru esiyor baya', ‘Bir şey olmaz eşofmanı var’ diye
chat’leştik. Sonbaharı karşılama yürüyüşümüz boyunca çiseleyen bu müdaheleler
yine beni gazoz gibi çalkaladı.
Neden hep çalkalandığımı
anlamıyorum; sonuçta bu toplumda arkadaşının annesi, bindiğin taksinin şoförü, girdiğin
dükkandaki tezgahtar bile senin hayatına çat diye sarı kart gösterme hakkına
sahiptir, buna alışığızdır. Ama ‘anne’ olunca tahammül çıtan rekor alçaklığa
iniyormuş. Ben ikizlerimin dayanıklı olmasını istiyorum, biraz rüzgar yiyip
soğuk su içtiklerinde, içlerine fanila giymediklerinde benim gibi hastalıkla
boğuşmalarını istemiyorum. O yüzden doğduklarından beri-ki Aralık doğumlular- hafif
giydiriyorum, fazla örtmüyorum, gereksiz çoraptan kaçınıyorum, soğuk denize
ayaklarını sokuyorum, ve buna sistematik bir özen gösterdiğim için de
‘üşüyecek!’ ‘hasta olacak!’ ‘nazar değecek!’ gibi her köşeden fırlayan
kehanetler beni bezdiriyor. Üstelik defans oyuncusu olmaktan da çıktım,
‘Bağışıklık Sistemi’nin bir misyoneri gibi, sıcak havada sarıp sarmalanmış bebekleri
gördüğümde annelerine dil döküyorum. Ben de bezdiriyorum!
Sistem
herkesin dilinde aslında; onu ayakta tutmak için gerekli gıdalar, vitaminler bir
google’lamayla çıkıyor. Ama benim merak konum, sistemin kuzey yıldızlarından
Rusya, Hollanda ve İskandinavya’nın çocuklarına uyguladıkları ‘üşümez’lik
politikası. Bu merağı fişekleyen üç şey oldu hayatımda; kar tutunca çocuklar
gibi sevinip, bahçeye inen ve çıplak ayak yürüyen Ukraynalı bir adamla
evlenmem; Şubat akşamında banyo yaptıktan sonra yatıp, sabah okula nemli saçla
giden ve zatüre olmayan (!) Hollandalı kuzenlerimi görmem; ve ‘uyku odası’nda
değil de okulun bahçesinde uyuyan İsveç’li anaokulu öğrencilerini duymam.
‘Bağışıklık
sistemini güçlendirmek için’ karda çıplak ayak yürüyen Yuri’yle evlendiğim sene
onun bu sevdasını bir kaçıklık, çocuksuluk, hastalığı davet eden bir
gereksizlik olarak görürdüm. O ayakkabılarını çıkarıp bahçeye indiği zaman
‘soran olursa, seni tanımıyorum!’ derdim. Ankara’nın 80’lerindeki karlı
bahçemize daima iki yün çorap üstüne kar çizmesi, kar tulumu, eldiven ve
başlıklarla bir astronot gibi sağlam ayak basmış bir çocuk olarak, ayağımın
çıplağını kara temas ettirmem mümkün değildi! Ama bir iki yıl sonra Yuri’ye bu
‘geyikte’ eşlik etmeye karar verdim. Hep sandığım şok edici soğuk hissinden
ziyade ‘sıcak’ bile denebilecek bir yanmaydı duyduğum. Zaten topu topu bir kaç dakika yürünüyordu ve
üşümeye fırsat vermeden çoraplar çekiliyordu. Yuri derdi ki ‘Amaç üşümek değil,
kan dolaşımını hızlandırmak’.
Yuri
kan dolaşımını, sıcak banyodan çıkmadan önce tam dümen soğuğu açarak da
hızlandırmayı seviyordu. Duştan gelen şok seslerini duyunca ‘Bir insan vücuduna
niye bu işkenceyi yapar, hele şu soğukta’
diyerek meraksız yaşlı bir kedi gibi kıvrılıp geçerdim banyonun önünden.
Yıllar içinde ‘soğuk’ merakım daha
da arttı. Hollanda ve Almanya’da pek çok yerli arkadaşımın evinde kaldım. Bütün
evler soğuktu. Öyle ki dışarıdan içeri girdiğimde pek bir hava değişikliği
olmuyor, bende palto çıkartma hissi uyandırmıyordu. Genelde işe giderken
kaloriferleri kapıyor, gelince açıyor, gece yatarken yine kapıyorlardı.. Bunların
hepsi çoluk çocuklu evlerdi ve çocuklar dahil kimse benim gibi pantolonun içine
kilotlu çorap giymiyordu. Çocuklar yağmurdu çamurdu, dondu buzdu demeden hep
bahçede ve açık sahalarda top oynuyor, geziye de gidiyor, bisiklete de biniyordu.
Evlerinde kaldığım Holanda’lılar bize Ocak ayında kalmaya gelince fenalık
geçirdi diyebilirim; pencere kapı açık
yattılar, yine de rahat uyuyamadılar. Çocuklarını da muz gibi soydukça
soydular.
Bir
yuva açma projesi için kuzey ülkelerini daha kapsamlı araştırmaya başladığımda
öğrendiğim şeyler o kadar ilginç ve yeni gelmişti ki, o zamanlar öğretmen
olarak epey etkilenmiştim. Şimdi bir anne olarak bu etki devam ediyor; soğuğa
gayet sıcak bakıyorum artık!
‘‘Soğuk’,
kuzey ülkelerinin göbek adı, çocuklar mecburen soğukta büyüyecek’ diye düşünebilirsiniz.
Aslında öyle değil; bağışıklık sistemini güçlendirdiğine inandıkları için, pek
çok uygulamayı özellikle yapıyorlar. Örneğin İsveç’te çoğu anaokulunda yataklar
verandada ve çocuklar uyku saatlerinde sıkıca giyinip dışarıda uyuyorlar. Hava
nasıl olursa olsun, her gün mutlaka göl kıyısına, ormanlık bir alana, parka
gidiyorlar. Öğretmenler: ‘Dışarı çıkmaları
çok önemli,’ diyor, ‘hava almaları,
koşmaları, zıplamaları lazım’. Yağmurun en cılızında bile bizim yuva
çocuklarının kapalı oyun odalarında kaldığı aklıma geldikçe çok üzülüyorum.
İzlanda’da
yıllardır süregelen bir gelenek, bebekleri pusetleriyle evin önünde ya da
bahçesinde uyutmak. İzlanda’lı anneler açık havada ve soğukta bebeklerin daha iyi
uyuyacaklarını ve sağlıklı olacaklarını düşünüyorlar. Tabi fiyatları 1000
doların üstünde olan dev pusetler içinde koza gibi sarılmış bebekler soğuktan
gayet iyi korunuyor. Evin bahçesini bırakın, cafe’lerin, dükkanların önlerinde
bile park etmiş pusetler görüyorsunuz. Bizim insanımıza ‘yok artık daha neler’
dedirtecek bu şok edici tablo Danimarka’da da var. Başkent Kopenhag’ın
kaldırımlarında hiç kilitlenmemiş, içinde uyuyan bebekler olan düzinelerce
puset görmek mümkün. Bü ülkelerde hiç çocuk kaçırma olayı görülmemesi de
parantez içinde akıl almaz bir şey.
Norveç’te açık hava anaokulları var. Günün
çoğunu nehir kenarında, ağaçlarda, kayalıklarda, bozkırda geçirdikleri bu anaokulunda
çocuklar çok mutlu. Saat başı aktiviteden
aktiviteye koşturulan şehir sisteminin aksine burada hayatı doğal bir akışla
öğreniyorlar. ‘Kötü hava yoktur, kötü
giyinmek vardır’, soğuk kuzey rüzgarlarının ülkesi Norveç’in bir deyimi. Öğretmenler
de buna gönülden inanıyor ve: ‘Bizler çocuklar
için rol modeliz; onların havaya ve hayata olan tutumlarını şekillendiririz.’
diyorlar. Veliler çocuklarının sanılanın aksine daha az hasta olduklarını, açık
havada güçlendiklerini söylüyorlar; bir iç mekanda tıkış tıkış durmadıkları
için enfeksiyon riskinin az olmasından da mutlular.
2006'da bir Unicef raporu, endüstri ülkeleri içinde en sağlıklı çocukları olan üç ülkeyi Hollanda, İsveç ve Danimarka olarak sıralamış. Türkiye'yi ise, 'Çocuğum üşüyecek' diye aklı çıkan annelere sahip, ama yine de en çok hasta olan çocukların ülkesi olarak ele almış olmalılar.
Bağışıklık sisteminin 'soğuk'la olan ilişkisi hakkındaki inanç ve bulgularımın, serideki ilk sonuna geldim. Sonraki bölümlerde Rusya'nın çılgın uygulamalarına, soğuğun neden sistemi güçlendirdiğinin geyikten öte nedenlerine, çocuk doktorlarıyla olan sıcak sohbetlere yer vereceğim.
Outdoor
preschool in Norway http://www.youtube.com/watch?v=Fp4Nny_rIiw&feature=related