28 Nisan 2010 Çarşamba

'İstemek' ve komplikasyonları

'Bir şeyi ne kadar çok istiyorsan o kadar çok düşün; onu kafanda resmet, resmi kağıda çiz, çizimi panona as ve her dakka ona bak'. Bu 'secret' fenomeni itibariyle ve 'acaba?'ların kortejinde hayata giren hastalıklı hipotez hiç çalışmadığı gibi, 'düşünüyorum ve istiyorum, niye olmuyor?' tarzı histerik hıçkırıklarla nefes borusunu tıkayarak adamı uykusundan da ediyor. Uyuyamayan adam panosuna astığı resmin müzik formatını da kulağına tıkarak ay gözlerini kaçırana kadar onu dikizliyor.

Oysa 'Bir şeyi ne kadar çağırırsan o kadar uzaklaşır senden. Hiç istemiyor gibi takılmak lazım' hipotezi de var ki buna anahtarını teslim eden adam pasiflora fondiplemiş gibi pasif pasif uyumayı başarabiliyor. Saplantılı bir şımarık çocuk yok burada her istediğinin olmasını isteyen, olmayınca aya kadar yaygara koparan. Evrenin adamı ehlileştirme çabaları var. Yani evren darbeci bir Evren değil aslında; sana 'takmış' filan da değil. Bir şeyi çok fazla istemenin küpe zarar keskin sirke olabileceğini idrak ettirmek amaçlı bir sistem kurgulamış hepsi bu. Adam hırslı arzularını kamçılayıp 'hiç istemiyormuş', 'o kadar da önemli değilmiş' gibi takılabiliyorsa SBS'den iyi puan alıyor ve istediği yere yerleşebiliyor.

Lakin burada beni rahatsız eden nokta adamın sürekli bir -mış gibi yapma döngüsüne girmesi, ve bu döngüde birkaç kere hamster gibi döndükten sonra neyi gerçekten isteyip neyi istemiyormuş gibi yaptığını karıştırması. Birinci hipotezin 'dilek kipi kullanma', 'yok olan şeylere var de' gibi kuralları adamın linguistik merkezini arapsaçına çeviriken, ikinci hipotezin bu alzheimer hamster durumu daha da kaotik travmalara yol açabilir.

Yazdıkça mı komplikasyon oldu, yoksa bir şey istemek gerçekten bu kadar komplike mi?

26 Nisan 2010 Pazartesi

Palyaço

Bir palyaçoyu seyrettim. Düşünce derinlerine dalmama fırsat verecek kadar sıkıcıydı. Derinlerde kendime diyordum ki, bu işin bir diploması olmalı, ya da bir üstadı, öğreten- beyaz kuşakla başlatan, sarı yapan, sonra turuncuyu veren. Herkes giymemeli o renkli kostümü, her burun takmamalı o kırmızı topu; çünki 'her işin bir aslı vardır', en azından vardı eskiden.

Palyaço zeki olmalı, yaratıcı olmalı; gözü keskin, anteni açık, kararı kıvrak, hareketleri zarif ve kendine has, mimikleri çeşit çeşit olmalı. Seyircisini (çocuğu) iyi tanımalı, ne istediğini, neye güldüğünü, ne zaman sıkıldığını bilmeli. Sahneyi verimli kullanmalı, her yeri görmeli, ilgiyi tazeleyebilmeli. Gerçek hayatta da nüktedan olmalı, sahnede konuşsa da konuşmasa da bu nükte onun her halinden dalga dalga taşmalı. Yalnız tiyatrocu değil, sanatçı da olmalı; kalemi, kulağı, ritmi kuvvetli olmalı ki güzel yüz boyayabilsin, dans edip dans ettirebilsin.

Tüm bu gönlümden kopan özelliklere sahip biri olsaydı Türkiye'de palyaçoluk mu yapmak isterdi acep. Hayal balonumun içine Robin Williams girdi palyaço kılığında, ben de küçülüp kendi cebimden çıktım, onun boynuna atladım, yanaklarından öptüm öptüm, elinden tutup zıp zıp dans ettim, öyle mutlu geçti ki 23 Nisan'ım... Yuvamdaki şenlikten evime dönerken ve gece yorganımın içine girerken hep onun tatlı yüzünü gördüm, içime birsürü baloncuk birsürü çiçek sığmıştı sanki, öylesine sevgi dolmuş ve taşmıştım...

Robin Williams ile hayal balonum içinde aşk yaşarken, bizim palyaço da Sünger Bob maketinin suratına sopayla vurmalarını söylüyordu çocuklara... Öyle hızlı vurmalıydılar ki Sünger Bob patlamalı ve içindeki şekerler dökülmeliydi... Yanımdaki sınıf öğretmeni arkadaşımla göz göze geldik ve kalp kalbe burulduk... Bu palyaço kılıklı oğlan, içinden süpriz dökülecek olan başka bir maket düşünememiş miydi? Koca bir ceviz filan olamaz mıydı mesela? Sünger Bob gibi tatlı bir karakterin yüzüne sopa sallamak onu hiç rahatsız etmiyor muydu? Sağduyusu olmalı palyaçonun, evet, belki mizahtan da önemli.

Palyaço, ince uzun balonları şişirip çocuklara kılıç yapacağını söylediğinde ise, öğretmen arkadaşım dayanamadı ve 'pardon kılıç değil de başka birşey olmaz mı ismi onun, sosis vs?' dedi. Ben artık kameramı kapadım, çantamı toparladım, eve dönüş moduna ve balonuna bindim.

Yurtdışında hiç palyaço seyretmedim, bilgim ve görgüm sırf film kadrajlarından, ama işin özünü kapmış ülkelerde çocuklara çocuk gibi davranılmadığına, çocukla ilgili her meselenin ciddiye alındığına şüphe yok. Çocuklarına dünyada eşi olmayan bir bayram hediye edilmiş ve her fırsatta onların ne kadar önemli oldukları büyük Atatürk'ü tarafından söylenmiş bir ülkenin ise, çocuk edebiyatı bile edebiyatın bir kolu olarak görülmüyor neredeyse... Çocukları aptal yerine koyan bir yaklaşım palyaçoluktan, çocuk edebiyatından başlayıp içinde çocuk olan her mecrada zevzekçe sırıtıyor.

Dağınık lafın kısası, palyaçoluktan para kazanmak isteyen arkadaşlara, naylon bonus saçlar ve sentetik kumaşlar içinde fenalık geçirmeyecekleri başka işler bulabileceklerini hatırlatıyorum. İlla bu işi yapacaklarsa da biraz daha merakla ve gönülden yaklaşarak konu üstüne kafa patlatmalarını, okumalarını, seyretmelerini, iyi hazırlanmalarını diliyorum. Yaparken eğlenmediği şeylerin izlerken eğlenceli olmayacağını da en basit baş parmak kuralı olarak parantezlemek istiyorum.

22 Nisan 2010 Perşembe

Olur öyle şeyler

Otuzundan sonra 'olur öyle şeyler' deme sıklığının artması birden çok vahim bir haber gibi aklıma düştü. 'Olur öyle şeyler' öyle bir şeydir ki hiçbir şey seni şaşırtmıyor demektir. Ne fazla üzülüyor, ne fazla seviniyor, her şeyi çan eğrisine sokuyorsun demektir. Belki de bu, yaşlandıkça biyolojik olarak gittikçe zayıf düşen insanın, ruh ve beden arasındaki bağı gerim gerim germemek için edindiği bir savunma kalkanıdır. Bu uzun ömürlülük bakımından iyi bir haber midir, yoksa kanıksamış, nasırlaşmış, çocuksuluğunu yitirmiş biri zaten ölmüş mü demektir? Gecenin armağanı, uykuma kılçık bir adet soru.

17 Nisan 2010 Cumartesi

Inside

Inside the doors are sealed to love
Inside my heart is sleeping
Inside the fingers of my glove
Inside the bones of my right hand
Inside it's colder than the stars
Inside the dogs are weeping
Inside the circus of the wind
Inside the clocks are filled with sand
Inside she'll never hurt me
Inside the winter's creeping
Inside the compass of the night
Inside the folding of the land

Outside the stars are turning
Outside the world's still burning

Inside my head's a box of stars I never dared to open
Inside the wounded hide their scars, inside this lonesome sparrow's fall
Inside the songs of our defeat, they sing of treaties broken
Inside this army's in retreat, we hide beneath the thunder's call

Outside the rain keeps falling
Outside the drums are calling
Outside the flood won't wait
Outside they're hammering down the gate

Love is the child of an endless war
Love is an open wound still raw
Love is a shameless banner unfurled
Love's an explosion,
Love is the fire of the world
Love is a violent star
A tide of destruction
Love is an angry scar
A violation, a mutilation, capitulation, love is annihilation.

Inside the failures of the light, the night is wrapped around me
Inside my eyes deny their sight, you'd never find me in this place
Inside we're hidden from the moonlight, we shift between the shadows
Inside the compass of the night, inside the memory of your face

Outside the walls are shaking
Inside the dogs are waking
Outside the hurricane won't wait
Inside they're howling down the gate

Love is the child of an endless war
Love is an open wound still raw
Love is a shameless banner unfurled
Love's an explosion,
Love is the fire at the end of the world
Love is a violent star
A tide of destruction
Love is an angry scar
The pain of instruction
Love is a violation, a mutilation, capitulation,
Love is annihilation.

I climb this tower inside my head
A spiral stair above my bed
I dream the stairs don't ask me why,
I throw myself into the sky

Love me like a baby, love me like an only child
Love me like an ocean; love me like a mother mild
Love me like a father, love me like a prodigal son
Love me like a sister, love me like the world has just begun
Love me like a prodigy, love me like an idiot boy,
Love me like an innocent, love me like your favorite toy
Love me like a virgin, love me like a courtesan,
Love me like a sinner, love me like a dying man.

Annihilate me, infiltrate me, incinerate me, accelerate me, mutilate me, inundate me, violate me, implicate me, vindicate me, devastate me

Love me like a parasite, love me like a dying sun
Love me like a criminal, love me like a man on the run

Radiate me, subjugate me, incubate me, recreate me, demarcate me, educate me, punctuate me, evaluate me, conjugate me, impregnate me, designate me, humiliate me, segregate me, opiate me, calibrate me, replicate me

16 Nisan 2010 Cuma

İster huzurlu, ister huzursuz

Mevsimler değişmiyor, geçiyor. İşten eve, evden işe yürüdüğün sokakta aynı ruhsuzluğun güya çaktırmayan yakın takibi... Sokak başındaki enginarcı minare istikametinde kabuk soyuyor hababam. Çocukların neşesi yapışsa da üste başa pamuk şeker gibi, yıkanınca çıkıyor. Yalnızlığın süper besili bir köstebek gibi sürekli derine inmesi-sığınak için bulunmaz nimet olsa da- sabah ezanında uyandırıyor, sabit.

Kulağın biri kapıda; inceden bir ayak sesi geliyor- hayal heralde . Ama şarkısı var; gözyaşları gerçek.

'Çal, çalsana kapımı,
İster huzurlu, ister huzursuz...'

4 Nisan 2010 Pazar

Drive
























Sometimes, I feel the fear of uncertainty stinging clear
And I can't help but ask myself how much I let the fear
Take the wheel and steer
It's driven me before
And it seems to have a vague, haunting mass appeal
But lately I'm beginning to find that I
Should be the one behind the wheel

Whatever tomorrow brings, I'll be there
With open arms and open eyes

Whatever tomorrow brings,
I'll be there... I'll be there
























So if I decide to waiver my chance to be one of the hive
Will I choose water over wine and hold my own and drive?
It's driven me before
And it seems to be the way that everyone else gets around
But lately I'm beginning to find that
When I drive myself my light is found

Whatever tomorrow brings, I'll be there
With open arms and open eyes yeah

Whatever tomorrow brings,
I'll be there
I'll be there