24 Ocak 2009 Cumartesi

Bageri, Eşref, yeni ev, yeni göz

O dürüst, titiz, zeki, çalışkan, meraklı küçük bir adam... O vicdanlı, demokratik, şefkatli bir lider... O, kara gözlü kara kaşlı ufacık tefecik bir karabiber... Bageri 9 yaşında ve benim yeni kahramanım.

Bir yarım günümüz beraber geçti Bageri'yle. Pek çok şeyden konuştuk, iş yaptık onunla, oyun oynadık, resim çizdik. Ben dakika aşırı güldüm, hep şaşırdım. O yarım günü takip eden 2 gün Bageri benim zihnimi kuşattı, kara gözlerinden saçılan zeka ışınları gözümü kamaştırdı, konuşmalarındaki heyecanlı ton kulağımda takıldı kaldı. Aslında normaldi belki bunlar, günümüz çocukları artık böyleydi; her şeyden haberdar, her şey hakkında fikir sahibi, kendini çok güzel ve rahat ifade edebilen, kullanma kılavuzu kullanmaya gerek duymayan, tepelerindeki 21. yüzyıl uydu anteniyle her türlü bilgiyi anında toplayıp toparlayıp sindirebilen ve onları yerli yerinde kullanabilen küçük uzaylılar... Normal olmayan tek şey benim önyargılarımdan ötürü bunu Bageri'den beklememem ve şaşırmamdı; çünki Bageri bir Kürt boyacının oğluydu.


(*)

Eşref Abi'yi tanıdıktan sonra, asıl kahramanın o olduğunu anladım. Bageri sadece suyu, ışığı ve yeri iyi olduğu için sağlıklı büyüyen ve tomurcuk veren normal bir çiçekti.

'Terörist olmasın, okusun, adam gibi işi olsun, bilgili insan olsun' dediği ilk çocuğu doğmadan evvel Diyarbakır'dan İstanbul'a göç etmiş Eşref Abi, karısıyla beraber, 23 yıl önce. Annesi babası da desteklemişler onu: 'Çık git, kurtul burdan oğlum, terör var başka da bir şey yok' demişler. Bu sözlerle, 17 yaşında verdiği bu cesur kararla ve beş parasız başlamış Eşref Abi'nin kurmaya çalışacağı, sıkıntı ve acı dolu yeni hayatı...

Yeni bir evimiz var ve Eşref Abi'yi bizim badanamızı yapmak üzere bir arkadaşımız tanıştırdı. Daha ilk saniyede onu sevdik, o nereden çıktığı bilinmez güven duygusuna anında kapıldık, el sıkıştık ve işler başladı. Boyalara tinerler katıldı, radyoda enerjik bir frekans bulundu, ve herkes (ben, Eşref Abi, ve sonradan beni en az Eşref ve Bageri çifti kadar şaşırtan Mardin'li Faik) farklı bir odanın duvarına saldırdı. Boya işi birkaç güne kadar bitiyor ve belki bu üç kişiyi bir daha görmeyeceğim ama sigara molasında, çay saatinde, yemek sonrasında onlardan dinlediğim hikayeler sayesinde yeni bir eve yeni bir çift göz ile yerleşiyorum; bu da onları hiç unutmayacağım anlamına geliyor.

'Kürt meselesi' denen şey hakkında oturaklı, kitaplı, makaleli, tezli, anti-tezli bir bilgim yok. Olması için bir ara uğraşmıştım ama 'Dağda adam vurmakla sorun çözülüyor mu? Peki PKK köyü basınca ne elde etmiş oluyor, peki peki PKK'nın bastığı bu köylerde Kürtler yaşamıyor mu? Hemşin'ce şarkılar söylenince bir şey olmuyor da Kürtçe söylenince niye olay çıkıyor?' gibi tipik ana soruların bile tatmin edici açık ve seçik cevaplarını bulamamıştım. Benim küçük barışsever kafamın içinde hiçbir bilgi birbiriyle tutmayınca da çok geçmeden sigortam attı ve karanlıkta iyice kör oldum.

Eşref Abi bana çok küçük kısa bir mum yaktı, ve biraz zifiri karanlığı aydınlattı, ama ben bu sefer de nefessiz kaldım; soluduğum oksijen, içtiğim su, herşey zehirliymiş gibi geldi. Tek güvendiğim ve bağışlarımı gönderdiğim Denizfeneri'nin söndüğünde hissettiğim şeylerin benzerini hissettim; aslında kansere çarenin çoktan bulunduğunu ama kemoterapi sektörünün ölmemesi için bunun gizli tutulduğunu duyduğum andaki gibi hissettim; Lenin'in yaptığı her şeyin anlatıldığı kitabın her sayfasında gözleri kocaman büyüyen ve 'aman Allahım' diyen Yuri'nin hissettiklerine benzer şeyler hissettim... Az önce 5N1K'daki 'Kahramanlar katil, katiller kahraman oldu' başlıklı araştırmayı izledim, ve işte yine aynı şeyleri hissediyorum: şok, artçı şoklar, güvensizlik, huzursuzluk, umutsuzluk, yalnızlık ve korku.

Aslında 2 uzun paragraf boyunca bana yakılan kısa mumun ışığında gördüklerimi yazmıştım ama yine yukarıda bahsettiğim hislerden dolayı onları siliverdim; bilmiyorum, internet aleminde gezinen öcüler, kakalar, kötüler olduğu ve onların kahramanımı benim yüzümden üzebileceği paranoyası sardı dört bir yanımı; artık sanki saflığımdan büyük bir dilim kaybettim, krem şantinin altından beton çıktı, kıvırcık saçlarım bir kurda kuzu postu oldu.

Yazacağım her şeyi geri yuttuğum için yapacak bir şey de kalmadı, bir kaç konuşma baloncuğunu olduğu gibi aktarmaktan başka.

Bageri: 'Abim bi monitör getirdi. Amcam da kasayı (bilgisayar) verecekmiş. Dediler ki geri kalanı da para biriktirip sen al. İşte ben şimdi para biriktiriyom, mouse alcam, mouse pad bi de klavye.' (ki ertesi gün abisine sordum, öyle bir kasa yokmuş ortalıkta)
Ebru: 'N'apıcaksın peki bilgisayarla?
Bageri: 'İnternette oyun oynıycam... (ve Bageri, Ebru'nun bir tek 'Dragon' kelimesini seçebildiği onlarca İngilizce oyun ismi sayar, hararetle)

Eşref: 'Çalıştım didindim ve sonunda bir daire satın aldım. Komşular apartmanlarında bir Kürt'ün mal sahibi olduğunu duyunca çok korktular, huzursuz oldular. 10 yıl boyunca kapımızı çalan olmadı, hep kötülük beklediler sanki. Bageri çok iyilikseverdir, apartmanın yaşlılarına hep yardım etmek istedi, kollarına girdi, paketlerini taşıdı, ama o küçük çocuğu bile ittiler, istemediler. Ama 10 yıl sonra bir komşu beni çay bahçesine çağırdı. Benden özür diledi; önyargılı olduklarından dolayı...'

'Gözüm öyle tepelerde filan değil, böyle mutluyum ben. 5 çocuğun 3'ü kaldı, onlar da üniversiteye girsin, eğitimini tamamlasın başka bir şey istediğim yok. Ben çok ezildim, sıkıntı çektim, onlar çekmesin.'

'Gölden su içerdik, hayvanlarla beraber. Elektrik 90'larda geldi.'

Ebru: Gördüğün muamele, çektiğin sıkıntılar, yaşadığın koşullar içinde Türklerden 'nefret etmemeyi' nasıl başardın Eşref Abi?
Eşref: Nasıl nefret edeyim, niye edeyim, bu memleket hepimizin... İstanbul da benim, Diyarbakır da.. Senin de bir gün tayinin çıkar gidersin Diyarbakır'da öğretmenlik yaparsın, belki sever orada kalırsın. Ben askerde omuz omuza durdum, yan yana yattım Türk arkadaşımla, aynı şey için aynı amaç için... Gelibolu'yu gezdim, benim akrabaların yattığı yerleri gördüm; nasıl nefret edersin, Gelibolu'yu gezen kimse nefret edemez birbirinden, herkes bu memleket için savaşmış. Kardeşçe niye yaşayamıyoruz bu memlekette... Nefret yaratmaya çalışıyorlar... Onlardan nefret ediyorum.'

Bageri, çevre kirliliği temalı bir resim yapar.
Ebru: 'Ölü balıkları, sigara içen kadını, ağaç kesen adamı anladık da bu ip atlayan kız ne Bageri? Çevre kirliliğiyle ne alakası var?'
Bageri: 'O da çok toz kaldırıyo.' ...


(*) Bu Bageri değil, arkadaşım Güneş Duru'nun çektiği bir fotoğraf, ama o kadar Bageri'ye benziyor ki bu karabiber de...

1 yorum:

  1. ebrucum ilk yazını okudum sabah sabah çok güzel anlatmışsın :) seni de takip edilen nadir bloglarımın arasında güzel :) devam ediyorum...

    YanıtlaSil